5 Mayıs 2014 Pazartesi

YELDEĞİRMENİ HAFİYELERİ VE SALACAK CİNAYETİ (1950 - 1960)

          Bahçedeki horozumuz, tüm iyi niyetli çabalarına ve horoz üstü gayretlerine rağmen mahalleyi uyandırma görevini bir türlü yapamazdı.
         Çünkü mahallenin doğal bir çalar saati vardı.
         Gazete dağıtıcısı Mustafa…
         Horoz daha ötmeye başlamadan Mustafa mahalleye gelir, “ Yeni İstanbul,Son Posta, Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet  “  diye avazı çıktığı kadar bağırır, koltuk altına sıkıştırdığı onca gazeteyi kapılara bırakırdı.
        Hoş, her eve hangi gazeteyi  bırakacağını bildiği halde neden öyle bağırırdı ki?  Bizim horozla aralarında gizli bir rekabet mi vardı, diye düşünür dururdum.
         Gazete müvezzi deyip geçmeyin Mustafa için..Son günlerde en aranan figür olmuştu.
         Bir kaç gündür,bütün sokak,  giyinmiş kuşanmış şekilde  onu kapılarda bekliyordu.
         Çünkü gazetelere göz atmadan hiç  kimse işe gidemez olmuştu.
         Hatta, Mustafa biraz geç kalsa, sokak ahalisi köstekli Nacar marka saatlerini işaret ederek, neden  geciktiğini  sorgulamaya başlamışlardı.
         Bu durumdan çok rahatsız olan Mustafa köstekli saatleri görünce kızıyor, 
         “ Haberleri kovala,topladıktan sonra matbaaya koş, mürettiphaneye gir,kurşunları yerleştir,sonra dizgi,baskı derken haliyle biraz geç kaldım.N’apiim, onca gazeteyi tek başına basmak kolay iş değil.“ şeklinde söyleniyor, arkasından “ Sanki gazeteleri ben  basıyorum be “ diye bağırıyordu.
         Bakkal Panayot amca, Rıhtım’dan Havra’ya kadar kapılarda bekleşen mahalleliyi işaret ederek,
        “Ulan ne bozuk atıyorsun? Cumhur Reisi Celal Bayar’ı, Başvekil Adnan Menderes’i  bile bu kadar kalabalık karşılamıyor.”diye ona ayar vermeye çalışıyordu.
         Aslında Mustafa o günlerde çok ta geç kalmıyordu.Mahalleli ,olması gereken zamandan çok önce kapılara çıkıyor ve üçer beşerlik gruplar oluşturarak hararetli açık oturumlar yapıyorlardı.
         Onları bu kadar erken saatlerde sokağa döken sebep bir cinayet haberiydi.
          Salacak cinayeti..
          Bu sıcak Ağustos ayında, bir ortadan kaybolma hikayesi bütün ülkeyi ayağa kaldırmıştı.
           Elif Gülcan adında otuz yaşlarında genç bir kadın, yanına on yaşındaki kızını,yedi yaşındaki oğlunu ve komşusunun küçük kızını da alarak öğle saatlerinde evden çıkar.
          Ancak çıkış o çıkış..Elif Gülcan ve çocuklar, o akşam eve dönmezler.
         Beyoğlu semtinde bir sinemada biletçilik yapan eşi , karısı ve çocukları eve dönmeyince, bu kaybolma olayını  polise bildirir ve haber bütün gazetelerde manşete taşınır.
          Görgü tanıklarının verdiği bilgilerden yola çıkan polis, Elif Gülcan’ın yanındaki çocuklarla birlikte Salacak’tan  bir kayığa bindiğini öğrenir.
           Yaz günlerinde,  Kadıköy – Haydarpaşa ve  Eminönü-Karaköy  arasında kayıkla hafif yük ve yolcu taşımacılığı rağbette olduğu gibi, Salacak ile Sarayburnu arasında da bilhassa vapuru kaçıranlar için  kayıkla, karşıdan karşıya yolcu taşımacılığı yapılıyordu.
          Elif Gülcan ve çocuklar en son kayığa binerken görünmüşlerdi, lakin daha sonrası için hiçbir bilgi ve bulgu yoktu. Sadece Salacak kayıkhanesinden sandalcının kimliği tespit edilebilmişti.
          Cankurtaran semtinde oturan Kandemir adlı biriydi. Ancak o da, sandalının battığını, bu nedenle hiç işe çıkmadığını iddia ediyor ve günlerdir Sarıyer’de sandal  yaptırdığını söylüyordu.
          Tüm ülke kadın ve çocuklara ne olduğunu merak ediyordu.
          Yer yarılmış da içine girmemişlerdi ya..
          Bütün Türkiye ayağa kalkar da bizim İzzettin sokağı meraklıları durur mu?
          Başta dedem olmak üzere, Moiz,Kirkor,Agop,Hristo,Hakkı,Panayot,Orhan ve Yani efendiler, hepsi birer polis hafiyesi kesilmişti.
         Sabah erkenden kapıya dökülmelerinin nedeni, gece düşündükleri tahminleri komşularla paylaşmak, ama olayı ilk çözen olmaktı. Ne geçecekse ellerine..
          Moiz efendi ilk kanaatini söyleyen oldu sabah sabah..
          “İfadeye bak.Kayığı batmışmış..Nerde battı be? Ne zaman battı? Polis bunu neden araştırmıyor?”
           Orhan efendi ona hak verdi.
          “ En son bu herifin sandalında görülmüş kadıncağız.Daha sonra gören yok.Bence katil bu kayıkçı…Kadın ve çocukları öldürdükten sonra, en büyük delili yok etmek için garanti kayığı batırdı.Katil ayan beyan belli.”
           Bütün mahalle Orhan efendiyi onayladı.Herkes kayıkçının öldürdüğünde hemfikirdi.Sadece nasıl ve niçin öldürdüğü konusunda aralarında fikir anlaşmazlıkları vardı.
          Ama ta ki olaya Kaptan amca müdahil olana kadar..
          Kaptan amca tam karşımızdaki evde oturuyordu.Eşini kaybedeli çok olmuştu.Tek başına yaşardı. Çok içki içtiği söylenirdi, lakin onu hiç sarhoş gören olmamıştı.  Pazartesi ve Cuma günleri dışında evden dışarıya çıkmazdı.O günlerde de, eve temizlik yapmaya gelen kadınla aynı mekanda yalnız kalıp, yanlış anlamalara mahal vermemek için  Moda Vapur İskelesinin hemen yanında bulunan Moda Park Lokantasına , ya da bilinen adıyla Koço’nun Meyhanesine giderdi.
          Evde kaldığı sürece hep kitap okuduğu bilinir,bu nedenle sözü dinlenir, fikirlerine danışılırdı.
          Kaptan amca o sabah konuşulanlara hiç ses çıkarmadan  kulak misafiri oldu.
          Mustafa gazeteleri dağıtmaya başlamıştı.Dedem mavi renk başlıkla çıkan tek gazete olan Yeni İstanbul okurdu.Panayot efendi Milliyet, Orhan efendi Son Posta gazetelerini eline aldığında hemen hepsi konuşmadan ilk sayfaya göz atmaya başladılar.
          Elinde Cumhuriyet gazetesi ile Kaptan amca, gazetesine göz atmak yerine hala grubu süzüyordu.
          Gazete almak gibi bir huyu olmayan Moiz efendi, her zaman yaptığı gibi, kısa boyunu parmak uçlarında yükselterek,insanların burnunun dibine giriyor, gazetelerin röntgenini çekiyordu.
          İlk konuşan da yine o oldu.
          “ Katil hala bulunamamış be kuzum.Kayıkçı da hala tutuklanmamış.Biz buradan bile katilin kayıkçı olduğunu tespit ettik, koca polis hala ne bekliyor ki?”
          Hemen herkes gazetelerden bir an başlarını kaldırıp, üstüne üstlük yukarı aşağı da sallayarak  Moiz efendiye hak verdiler.
          Bir kişi hariç…Kaptan amca..
          “ Bakıyorum da hepiniz hafiye kesilmişsiniz.Lakin hiç polisiye kitabı okumadan, bilakis Şerlok Holmes kitaplarını yutmadan polis hafiyesi olunur mu? Cinayet hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadan fikir yürütüyorsunuz. Ama hepiniz yanılıyorsunuz.”
          Herkes başını gazeteden kaldırıp Kaptan amcayı dinlemeye başladı.
          “ Biraz polisiye roman okusaydınız, katilin asla en çok tahmin ettiğiniz kişi olamayacağını da bilirdiniz.Bütün deliller sizi katil olarak Salacak-Sarayburnu seferini yapan kayıkçıya götürüyor ise bu bir yanıltmaca, yani hedefi şaşırtmacadır.Katili başka yerlerde arayacak, başka kişilerden kuşku duyacaksınız.”dedi ve gruplara küçümseyici bir gülücük atarak evine girdi.
          O akşam dedem eve geldiğinde elinde bir kitap vardı. Siyah zemin üzerine sarı harflerle “Dünyanın en meşhur polis hafiyesi” yazısı, kitabın en üzerinde yer alıyordu.Hemen altında sarı zemin üzerine yeşil harflerle kocaman Şerlok Holmes  başlığı vardı. Sağ köşesine ise avcı şapkası giymiş, ağzında pipo ile yandan bakan bir adam resmi oturtulmuştu.Kitabın adı da “Kırmızı saçlılar cemiyeti ve beş portakal çiçeği” idi.
          Diğer komşuların da çeşitli Şerlok Holmes kitapları ile eve döndüğünü, babamın anneme söylediği şu cümlelerden öğredim
          “ Bizim sokağa bi haller olmuş ya.. Herkes elinde kitaplarla dolaşıyordu.Moiz efendinin elinde de kitaplar gördüm.Bedava kitap falan mı dağıttılar ne?”
          Ertesi sabah yine erkenden  kapılara çıkılmış, gazete dağıtıcısı Mustafa bekleniyordu.
          Ancak bu kez kimse Salacakta ki kayıkçının adını ağzına almıyordu.Belli ki akşam hepsi  aldıkları polisiye kitapları yemiş yutmuşlardı.
          Kirkor efendi uşaktan, Hristo efendi bahçıvandan, Panayot efendi şoförden kuşkulanmaya başlamışlardı. Lakin ortada ne uşak, ne bahçıvan, ne de şoför diye birileri vardı.
          Orhan efendi  “ Olay mahalline gitsek, bir sigara izmariti bile bulsak bu olayı “şıp” diye çözeriz ” diyordu.
         Hatta Panayot efendi kendisine görev verilse,  sigara külünden bile delillere ulaşacağını iddia etmeye başlamıştı.
         Öylesine hafiyelik yani..
          Hakkı efendi “ Kocası öldürmüş olmasın “ diye bir iddia ortaya attıysa da Hristo efendinin ”Gencecik kadın öldürülür mü hiç? Yaşlı olsa neyse de..” muhalefeti ile karşılaştı.Hristo bu lafı  söylerken bir yandan yaşlı karısının  balkonda olup olmadığını da uyanıkça kontrol etti.
          Agop efendi kadının komşu çocuğunu niye yanına aldığını merak ettiğini söyledi. O çocuğun yakınlarından yola çıkılmasını önerdi.Bu sayede yeğen, kuzen,yenge, elti gibi potansiyel katil tiplemelerine ulaşmak mümkün olabilirdi.
          Bu tartışmalar sürerken gazeteci Mustafa’nın “Yeni İstanbul,Son posta, Milliyet” diye bariton sesi duyuldu.
         Hepsi gazetelere saldırdı.
         İlk sayfayı saniyede okudular.Okumasına okudular da hepsinin yüzü limon yemiş gibi oldu.
         Sonra da,“Tıp” oyunu oynuyormuş gibi öylece donup kaldılar.
         Dedemin yüksek sesle gazeteyi okumaya başlaması ile sadece kafalar o yöne döndü, lakin vücutları hala “Tıp” oynuyordu.
         “ Salacak canavarı kayıkçı Kandemir Sipahipala, Sarıyer’de bir balıkçı barınağında yakalandı ve suçunu itiraf etti. Katil olayı şöyle anlattı.”Kadın ve çocuklar sandala bindikten sonra Kız Kulesi açıklarına geldik. Hafif rüzgardan ve sandalın  sallanmasından ötürü genç kadının etekleri açılıyordu.Çok tahrik olmuştum. Ona ilişki teklif ettim.Kabul etmedi.Çocukların yanında böyle bir şey yapmak istemediğini düşünerek iki küçük çocuğu denize attım.Sonra da kadın ve büyük kızına saldırdım.Zorluk çıkarınca korktum.Bu kez  ikisini de denize attım.Ancak bana denizde yalvarmaya başladılar.Bu kez ne istersem yapacağını söyleyince kadını ve büyük kızı tekrar sandala aldım. İkisine de tecavüz ettim.Sonra da geride delil bırakmamak için onları tekrar denize attım.Yüzme bildikleri için yüzüp, kayığın kenarına tutunuyorlardı. Kafalarına kürekle vurarak öldürdüm.Kayığımı Moda’ya çektim.Orada batırdım ve yüzerek kıyıya çıktım.Arkadaşlarıma sandalın battığını söyledim.Çok pişmanım.”
          Mahalle sus pustu.
          En şüpheli kişi olan kayıkçı Kandemir katil çıkmıştı. Kimse kabul etmek istemiyordu. Mahalleli arasında ”Hedef saptırma “ diyenler oldu. Geçtik bahçıvanı, uşağı, şoförü..Kadının kocası bile katil çıksa, mahalleli razı olacaktı. Onca polisiye romanı boşuna mı okumuşlar, sular seller gibi ezberlemişlerdi.
        Salacak canavarı Kandemir idama mahkum edildi..Ancak halkın linç etme girişiminden ürken savcılık, idamı Beyazıt ya da Eminönü meydanında halkın önünde yapmadı..


        Dört yıl sonra, yani 1962 yılının Aralık ayında, Sultanahmet cezaevi avlusunda Kayıkçı Kandemir Sipahioğlu idam edildiğinde dahi, bizim Yel değirmeni İzzettin sokağı hafiyeleri,hala bu işte bir şaşırtmaca olduğunu iddia ediyor, çok daha gizemli ve kimsenin tahmin edemeyeceği bir katil arıyorlardı. 

5 yorum:

  1. 55 seneden önce vuku bulmuş bu olayı ve onunla ilgili yapılan yorumları farklı kaynaklardan üç - 5 kez okumuştum. Bu olay hakkında yazılmış bir çok yorumda, Sipahipala'nın büyük ihtimalle suçsuz olduğu iddia edilmektedir.
    O yıllar, teknolojinin ve tıbbın, günümüzle kıyaslanamayacağı yıllardır. Ortaokul mezunlarının bile parmakla gösterildiği yıllarda, polislerin çoğu, ilkokul - ortaokul mezunu olurlardı. Lise mezunları, askerliğini yedek subay olarak yaparlardı. Öğretmenler, lise yada dengi okul mezunu olurdu. Örneğin: Gökçeada Atatürk İlk Öğretmen Okulu'na, ortaokuldan sonra kaydolunur, 4 yıl sonra öğretmen olunurdu. Ankara Polis Koleji'ne, Ortaokuldan sonra kaydolunur, 4 yıl sonra komiser muavini olarak mezun olunurdu.
    Teknolojinin ve tıbbın yeterli olmadığı yıllarda böyle bir hukuk cinayeti işlendimi, işlenmedimi? Kandemir suçlumuydu, canavarmıydı?
    Bunca yıl sonra bunu tartışmak hiç bir sonuca ulaştırmaz. Havanda su dövmek gibi olur. Önümüze bakalım artık, bilim var, teknoloji var, adli tıp var, polislerimiz üniversite mezunu.. Önemli olan budan sonra öyle şeyler yaşanmamasıdır.

    YanıtlaSil
  2. merhaba yıllar sonra yani 1958 yılında 3 yasında cocukken yasadıgım halen bazı detaylarını unutamadıgım bu olay aklıma takıldı simdilerde bu olay hakkında nasıl bir bilgi var diye saga sola baktım olay ve detayları bazı sekilde yanlıs oldugunu gordum demekki basında ve kişi bilgilerinde eski arsivlerden bugune detaylaylar tam gelmiyormus gerci sonuç aynı allah rahmetli olan komsularımıza ve benideşans eseri olumden kurtaran rahmetli teyzeme allahtan rahmetler diliyorum allahım sana binlerce şükürler olsun selcuk filiz

    YanıtlaSil
  3. merhaba yıllar sonra yani 1958 yılında 3 yasında cocukken yasadıgım halen bazı detaylarını unutamadıgım bu olay aklıma takıldı simdilerde bu olay hakkında nasıl bir bilgi var diye saga sola baktım olay ve detayları bazı sekilde yanlıs oldugunu gordum demekki basında ve kişi bilgilerinde eski arsivlerden bugune detaylaylar tam gelmiyormus gerci sonuç aynı allah rahmetli olan komsularımıza ve benideşans eseri olumden kurtaran rahmetli teyzeme allahtan rahmetler diliyorum allahım sana binlerce şükürler olsun selcuk filiz

    YanıtlaSil
  4. Merhaba anlatımınız beni çok heyecanlandırdı.Ben bu cşnayet olayını ayrıntılarıyla biliyorum.Beni heyecanlandıran saydığınız isimler.Biz 55 yılına kadar İzzettin sokak'ta havranın üç ev aşağısında zemin katta oturduk.Orhan bizim arkadaş ekibinin reisiydi.Panayot'ta vardı.Moiz'le Osmangazi İlkokulu'nda aynı sınıftaydık ve iyi arkadaştık.Öğretmenimiz Kadire Kavuroğlu'ydu.Haluk diye bir sınıf arkadaşımı da hatırlıyorum.Orhan'ın berber olduğunu öğrenmiş kardeşim Kayhan çok araştırdık ama bulamadık.Orhan, Moiz olduğuna göre biz de arkadaşız demek ki.İnanın şu an o günlere gittim ve içim bir tuhaf oldu.Sizinle mutlaka görüşmek isterim.Ben şu an İzmit'te yaşıyorum, ama Kadıköy'le irtibatımız devam ediyor.Akmar sahipleri akrabamız.

    YanıtlaSil
  5. Lucky 15 Casino - JamBase
    Lucky 15 Casino offers one of the most popular games in the 울산광역 출장안마 country. Our app 충청북도 출장안마 and casino bonus are available at all 광주 출장샵 casinos. Register now to 밀양 출장샵 enjoy! Rating: 5 · 창원 출장안마 ‎3 reviews

    YanıtlaSil