Bahçedeki horozumuz, tüm iyi niyetli çabalarına ve horoz üstü
gayretlerine rağmen mahalleyi uyandırma görevini bir türlü yapamazdı.
Çünkü mahallenin doğal bir çalar saati
vardı.
Gazete dağıtıcısı Mustafa…
Horoz daha ötmeye başlamadan Mustafa mahalleye
gelir, “ Yeni İstanbul,Son Posta, Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet “ diye
avazı çıktığı kadar bağırır, koltuk altına sıkıştırdığı onca gazeteyi kapılara
bırakırdı.
Hoş, her eve hangi gazeteyi bırakacağını bildiği halde neden öyle
bağırırdı ki? Bizim horozla aralarında
gizli bir rekabet mi vardı, diye düşünür dururdum.
Gazete müvezzi deyip geçmeyin Mustafa
için..Son günlerde en aranan figür olmuştu.
Bir
kaç gündür,bütün sokak, giyinmiş kuşanmış
şekilde onu kapılarda bekliyordu.
Çünkü gazetelere göz atmadan hiç kimse işe gidemez olmuştu.
Hatta, Mustafa biraz geç kalsa, sokak
ahalisi köstekli Nacar marka saatlerini işaret ederek, neden geciktiğini
sorgulamaya başlamışlardı.
Bu durumdan çok rahatsız olan Mustafa
köstekli saatleri görünce kızıyor,
“ Haberleri kovala,topladıktan sonra matbaaya
koş, mürettiphaneye gir,kurşunları yerleştir,sonra dizgi,baskı derken haliyle biraz
geç kaldım.N’apiim, onca gazeteyi tek başına basmak kolay iş değil.“ şeklinde
söyleniyor, arkasından “ Sanki gazeteleri ben
basıyorum be “ diye bağırıyordu.
Bakkal Panayot amca, Rıhtım’dan Havra’ya kadar kapılarda bekleşen
mahalleliyi işaret ederek,
“Ulan ne bozuk atıyorsun? Cumhur Reisi
Celal Bayar’ı, Başvekil Adnan Menderes’i bile bu kadar kalabalık karşılamıyor.”diye ona
ayar vermeye çalışıyordu.
Aslında Mustafa o günlerde çok ta geç
kalmıyordu.Mahalleli ,olması gereken zamandan çok önce kapılara çıkıyor ve üçer
beşerlik gruplar oluşturarak hararetli açık oturumlar yapıyorlardı.
Onları bu kadar erken saatlerde sokağa
döken sebep bir cinayet haberiydi.
Salacak cinayeti..
Bu sıcak Ağustos ayında, bir ortadan
kaybolma hikayesi bütün ülkeyi ayağa kaldırmıştı.
Elif Gülcan adında otuz yaşlarında
genç bir kadın, yanına on yaşındaki kızını,yedi yaşındaki oğlunu ve komşusunun
küçük kızını da alarak öğle saatlerinde evden çıkar.
Ancak çıkış o çıkış..Elif Gülcan ve çocuklar,
o akşam eve dönmezler.
Beyoğlu semtinde bir sinemada
biletçilik yapan eşi , karısı ve çocukları eve dönmeyince, bu kaybolma olayını polise bildirir ve haber bütün gazetelerde
manşete taşınır.
Görgü tanıklarının verdiği
bilgilerden yola çıkan polis, Elif Gülcan’ın yanındaki çocuklarla birlikte
Salacak’tan bir kayığa bindiğini öğrenir.
Yaz günlerinde, Kadıköy – Haydarpaşa ve Eminönü-Karaköy arasında kayıkla hafif yük ve yolcu
taşımacılığı rağbette olduğu gibi, Salacak ile Sarayburnu arasında da bilhassa
vapuru kaçıranlar için kayıkla, karşıdan
karşıya yolcu taşımacılığı yapılıyordu.
Elif Gülcan ve çocuklar en son kayığa
binerken görünmüşlerdi, lakin daha sonrası için hiçbir bilgi ve bulgu yoktu. Sadece
Salacak kayıkhanesinden sandalcının kimliği tespit edilebilmişti.
Cankurtaran semtinde oturan Kandemir
adlı biriydi. Ancak o da, sandalının battığını, bu nedenle hiç işe çıkmadığını
iddia ediyor ve günlerdir Sarıyer’de sandal
yaptırdığını söylüyordu.
Tüm ülke kadın ve çocuklara ne
olduğunu merak ediyordu.
Yer yarılmış da içine girmemişlerdi
ya..
Bütün Türkiye ayağa kalkar da bizim
İzzettin sokağı meraklıları durur mu?
Başta dedem olmak üzere, Moiz,Kirkor,Agop,Hristo,Hakkı,Panayot,Orhan
ve Yani efendiler, hepsi birer polis hafiyesi kesilmişti.
Sabah erkenden kapıya dökülmelerinin
nedeni, gece düşündükleri tahminleri komşularla paylaşmak, ama olayı ilk çözen
olmaktı. Ne geçecekse ellerine..
Moiz efendi ilk kanaatini söyleyen
oldu sabah sabah..
“İfadeye bak.Kayığı batmışmış..Nerde
battı be? Ne zaman battı? Polis bunu neden araştırmıyor?”
Orhan efendi ona hak verdi.
“ En son bu herifin sandalında
görülmüş kadıncağız.Daha sonra gören yok.Bence katil bu kayıkçı…Kadın ve
çocukları öldürdükten sonra, en büyük delili yok etmek için garanti kayığı
batırdı.Katil ayan beyan belli.”
Bütün mahalle Orhan efendiyi
onayladı.Herkes kayıkçının öldürdüğünde hemfikirdi.Sadece nasıl ve niçin
öldürdüğü konusunda aralarında fikir anlaşmazlıkları vardı.
Ama ta ki olaya Kaptan amca müdahil
olana kadar..
Kaptan amca tam karşımızdaki evde
oturuyordu.Eşini kaybedeli çok olmuştu.Tek başına yaşardı. Çok içki içtiği
söylenirdi, lakin onu hiç sarhoş gören olmamıştı. Pazartesi ve Cuma günleri dışında evden
dışarıya çıkmazdı.O günlerde de, eve temizlik yapmaya gelen kadınla aynı
mekanda yalnız kalıp, yanlış anlamalara mahal vermemek için Moda Vapur İskelesinin hemen yanında bulunan
Moda Park Lokantasına , ya da bilinen adıyla Koço’nun Meyhanesine giderdi.
Evde kaldığı sürece hep kitap okuduğu
bilinir,bu nedenle sözü dinlenir, fikirlerine danışılırdı.
Kaptan amca o sabah konuşulanlara hiç
ses çıkarmadan kulak misafiri oldu.
Mustafa gazeteleri dağıtmaya
başlamıştı.Dedem mavi renk başlıkla çıkan tek gazete olan Yeni İstanbul
okurdu.Panayot efendi Milliyet, Orhan efendi Son Posta gazetelerini eline
aldığında hemen hepsi konuşmadan ilk sayfaya göz atmaya başladılar.
Elinde Cumhuriyet gazetesi ile Kaptan
amca, gazetesine göz atmak yerine hala grubu süzüyordu.
Gazete almak gibi bir huyu olmayan
Moiz efendi, her zaman yaptığı gibi, kısa boyunu parmak uçlarında
yükselterek,insanların burnunun dibine giriyor, gazetelerin röntgenini
çekiyordu.
İlk konuşan da yine o oldu.
“ Katil hala bulunamamış be kuzum.Kayıkçı
da hala tutuklanmamış.Biz buradan bile katilin kayıkçı olduğunu tespit ettik,
koca polis hala ne bekliyor ki?”
Hemen herkes gazetelerden bir an
başlarını kaldırıp, üstüne üstlük yukarı aşağı da sallayarak Moiz efendiye hak verdiler.
Bir kişi hariç…Kaptan amca..
“ Bakıyorum da hepiniz hafiye
kesilmişsiniz.Lakin hiç polisiye kitabı okumadan, bilakis Şerlok Holmes kitaplarını
yutmadan polis hafiyesi olunur mu? Cinayet hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadan
fikir yürütüyorsunuz. Ama hepiniz yanılıyorsunuz.”
Herkes başını gazeteden kaldırıp
Kaptan amcayı dinlemeye başladı.
“ Biraz polisiye roman okusaydınız,
katilin asla en çok tahmin ettiğiniz kişi olamayacağını da bilirdiniz.Bütün
deliller sizi katil olarak Salacak-Sarayburnu seferini yapan kayıkçıya götürüyor
ise bu bir yanıltmaca, yani hedefi şaşırtmacadır.Katili başka yerlerde
arayacak, başka kişilerden kuşku duyacaksınız.”dedi ve gruplara küçümseyici bir
gülücük atarak evine girdi.
O akşam dedem eve geldiğinde elinde
bir kitap vardı. Siyah zemin üzerine sarı harflerle “Dünyanın en meşhur polis
hafiyesi” yazısı, kitabın en üzerinde yer alıyordu.Hemen altında sarı zemin
üzerine yeşil harflerle kocaman Şerlok Holmes
başlığı vardı. Sağ köşesine ise avcı şapkası giymiş, ağzında pipo ile
yandan bakan bir adam resmi oturtulmuştu.Kitabın adı da “Kırmızı saçlılar
cemiyeti ve beş portakal çiçeği” idi.
Diğer komşuların da çeşitli Şerlok
Holmes kitapları ile eve döndüğünü, babamın anneme söylediği şu cümlelerden
öğredim
“ Bizim sokağa bi haller olmuş ya.. Herkes
elinde kitaplarla dolaşıyordu.Moiz efendinin elinde de kitaplar gördüm.Bedava
kitap falan mı dağıttılar ne?”
Ertesi sabah yine
erkenden kapılara çıkılmış, gazete
dağıtıcısı Mustafa bekleniyordu.
Ancak bu kez kimse Salacakta ki
kayıkçının adını ağzına almıyordu.Belli ki akşam hepsi aldıkları polisiye kitapları yemiş
yutmuşlardı.
Kirkor efendi uşaktan, Hristo efendi
bahçıvandan, Panayot efendi şoförden kuşkulanmaya başlamışlardı. Lakin ortada
ne uşak, ne bahçıvan, ne de şoför diye birileri vardı.
Orhan efendi “ Olay mahalline gitsek, bir sigara izmariti
bile bulsak bu olayı “şıp” diye çözeriz ” diyordu.
Hatta Panayot efendi kendisine görev
verilse, sigara külünden bile delillere
ulaşacağını iddia etmeye başlamıştı.
Öylesine hafiyelik yani..
Hakkı efendi “ Kocası öldürmüş
olmasın “ diye bir iddia ortaya attıysa da Hristo efendinin ”Gencecik kadın
öldürülür mü hiç? Yaşlı olsa neyse de..” muhalefeti ile karşılaştı.Hristo bu
lafı söylerken bir yandan yaşlı karısının
balkonda olup olmadığını da uyanıkça kontrol
etti.
Agop efendi kadının komşu çocuğunu
niye yanına aldığını merak ettiğini söyledi. O çocuğun yakınlarından yola
çıkılmasını önerdi.Bu sayede yeğen, kuzen,yenge, elti gibi potansiyel katil
tiplemelerine ulaşmak mümkün olabilirdi.
Bu tartışmalar sürerken gazeteci
Mustafa’nın “Yeni İstanbul,Son posta, Milliyet” diye bariton sesi duyuldu.
Hepsi gazetelere saldırdı.
İlk sayfayı saniyede okudular.Okumasına
okudular da hepsinin yüzü limon yemiş gibi oldu.
Sonra da,“Tıp” oyunu oynuyormuş gibi öylece
donup kaldılar.
Dedemin yüksek sesle gazeteyi okumaya
başlaması ile sadece kafalar o yöne döndü, lakin vücutları hala “Tıp” oynuyordu.
“ Salacak canavarı kayıkçı Kandemir
Sipahipala, Sarıyer’de bir balıkçı barınağında yakalandı ve suçunu itiraf etti.
Katil olayı şöyle anlattı.”Kadın ve çocuklar sandala bindikten sonra Kız Kulesi
açıklarına geldik. Hafif rüzgardan ve sandalın
sallanmasından ötürü genç kadının etekleri açılıyordu.Çok tahrik
olmuştum. Ona ilişki teklif ettim.Kabul etmedi.Çocukların yanında böyle bir şey
yapmak istemediğini düşünerek iki küçük çocuğu denize attım.Sonra da kadın ve
büyük kızına saldırdım.Zorluk çıkarınca korktum.Bu kez ikisini de denize attım.Ancak bana denizde
yalvarmaya başladılar.Bu kez ne istersem yapacağını söyleyince kadını ve büyük
kızı tekrar sandala aldım. İkisine de tecavüz ettim.Sonra da geride delil
bırakmamak için onları tekrar denize attım.Yüzme bildikleri için yüzüp, kayığın
kenarına tutunuyorlardı. Kafalarına kürekle vurarak öldürdüm.Kayığımı Moda’ya
çektim.Orada batırdım ve yüzerek kıyıya çıktım.Arkadaşlarıma sandalın battığını
söyledim.Çok pişmanım.”
Mahalle sus pustu.
En şüpheli kişi olan kayıkçı Kandemir
katil çıkmıştı. Kimse kabul etmek istemiyordu. Mahalleli arasında ”Hedef
saptırma “ diyenler oldu. Geçtik bahçıvanı, uşağı, şoförü..Kadının kocası bile
katil çıksa, mahalleli razı olacaktı. Onca polisiye romanı boşuna mı okumuşlar,
sular seller gibi ezberlemişlerdi.
Salacak canavarı Kandemir idama mahkum edildi..Ancak
halkın linç etme girişiminden ürken savcılık, idamı Beyazıt ya da Eminönü
meydanında halkın önünde yapmadı..
Dört yıl sonra, yani 1962 yılının
Aralık ayında, Sultanahmet cezaevi avlusunda Kayıkçı Kandemir Sipahioğlu idam
edildiğinde dahi, bizim Yel değirmeni İzzettin sokağı hafiyeleri,hala bu işte
bir şaşırtmaca olduğunu iddia ediyor, çok daha gizemli ve kimsenin tahmin edemeyeceği
bir katil arıyorlardı.
55 seneden önce vuku bulmuş bu olayı ve onunla ilgili yapılan yorumları farklı kaynaklardan üç - 5 kez okumuştum. Bu olay hakkında yazılmış bir çok yorumda, Sipahipala'nın büyük ihtimalle suçsuz olduğu iddia edilmektedir.
YanıtlaSilO yıllar, teknolojinin ve tıbbın, günümüzle kıyaslanamayacağı yıllardır. Ortaokul mezunlarının bile parmakla gösterildiği yıllarda, polislerin çoğu, ilkokul - ortaokul mezunu olurlardı. Lise mezunları, askerliğini yedek subay olarak yaparlardı. Öğretmenler, lise yada dengi okul mezunu olurdu. Örneğin: Gökçeada Atatürk İlk Öğretmen Okulu'na, ortaokuldan sonra kaydolunur, 4 yıl sonra öğretmen olunurdu. Ankara Polis Koleji'ne, Ortaokuldan sonra kaydolunur, 4 yıl sonra komiser muavini olarak mezun olunurdu.
Teknolojinin ve tıbbın yeterli olmadığı yıllarda böyle bir hukuk cinayeti işlendimi, işlenmedimi? Kandemir suçlumuydu, canavarmıydı?
Bunca yıl sonra bunu tartışmak hiç bir sonuca ulaştırmaz. Havanda su dövmek gibi olur. Önümüze bakalım artık, bilim var, teknoloji var, adli tıp var, polislerimiz üniversite mezunu.. Önemli olan budan sonra öyle şeyler yaşanmamasıdır.
merhaba yıllar sonra yani 1958 yılında 3 yasında cocukken yasadıgım halen bazı detaylarını unutamadıgım bu olay aklıma takıldı simdilerde bu olay hakkında nasıl bir bilgi var diye saga sola baktım olay ve detayları bazı sekilde yanlıs oldugunu gordum demekki basında ve kişi bilgilerinde eski arsivlerden bugune detaylaylar tam gelmiyormus gerci sonuç aynı allah rahmetli olan komsularımıza ve benideşans eseri olumden kurtaran rahmetli teyzeme allahtan rahmetler diliyorum allahım sana binlerce şükürler olsun selcuk filiz
YanıtlaSilmerhaba yıllar sonra yani 1958 yılında 3 yasında cocukken yasadıgım halen bazı detaylarını unutamadıgım bu olay aklıma takıldı simdilerde bu olay hakkında nasıl bir bilgi var diye saga sola baktım olay ve detayları bazı sekilde yanlıs oldugunu gordum demekki basında ve kişi bilgilerinde eski arsivlerden bugune detaylaylar tam gelmiyormus gerci sonuç aynı allah rahmetli olan komsularımıza ve benideşans eseri olumden kurtaran rahmetli teyzeme allahtan rahmetler diliyorum allahım sana binlerce şükürler olsun selcuk filiz
YanıtlaSilMerhaba anlatımınız beni çok heyecanlandırdı.Ben bu cşnayet olayını ayrıntılarıyla biliyorum.Beni heyecanlandıran saydığınız isimler.Biz 55 yılına kadar İzzettin sokak'ta havranın üç ev aşağısında zemin katta oturduk.Orhan bizim arkadaş ekibinin reisiydi.Panayot'ta vardı.Moiz'le Osmangazi İlkokulu'nda aynı sınıftaydık ve iyi arkadaştık.Öğretmenimiz Kadire Kavuroğlu'ydu.Haluk diye bir sınıf arkadaşımı da hatırlıyorum.Orhan'ın berber olduğunu öğrenmiş kardeşim Kayhan çok araştırdık ama bulamadık.Orhan, Moiz olduğuna göre biz de arkadaşız demek ki.İnanın şu an o günlere gittim ve içim bir tuhaf oldu.Sizinle mutlaka görüşmek isterim.Ben şu an İzmit'te yaşıyorum, ama Kadıköy'le irtibatımız devam ediyor.Akmar sahipleri akrabamız.
YanıtlaSilLucky 15 Casino - JamBase
YanıtlaSilLucky 15 Casino offers one of the most popular games in the 울산광역 출장안마 country. Our app 충청북도 출장안마 and casino bonus are available at all 광주 출장샵 casinos. Register now to 밀양 출장샵 enjoy! Rating: 5 · 창원 출장안마 3 reviews